19 Kasım 2010…
İnsan dünyevi hırslardan,çekişmelerden,kendi benliğinden vakit bulmadığı için sürekli bir çatışmanın içinde. Güzel olanın kıymetini hep yokolduğunda bize hatırlatıyor. Tarihe not düşmek için yazdım bu satırları. 19 Kasım 2010 bizi olgunlaştıran kayıpların, başımızı dolu buğday başakları gibi eğen yükün bir halkası…
19 Kasım 2010…
İlk kez konuşmaya başladığım zamandan ilk gençlik aşkıma kadar tüm sıkıntılı zamanlarımda hep gizli bir destekçimin varlığıyla avunmuştum. Yemek yemeyi seven toraman bir çocukluğum süresinde kuzenimle birlikte bütün yaramazlıklarımıza göğüs geren, bizi koşulsun seven, üzerimize titreyen bir koruyucu meleğimiz vardı. Acıktığımda annemden çok ona koşardım. Yalnız ve güzel ülkemin mavi gözlü kurtarıcısı gibi yalnız ve umutsuz anlarımın mavi gözlü kurtacısı da oldu.
19 Kasım 2010...
İlk defa hasta olduğunda çok önemsemedim. İlk kez hastaneye yattığında biraz da kızdım ona, “daha yapacağımız çok şey, gezilecek çok yer, yenilecek çok yemek var ken” neden oyun bozanlık yaptı diye? Sahi insanlar ölür mü? Hiç aklıma gelmedi. O neşeli konuşmalarımızda, birbirimizle kapışmalarımızda, kanatlarımızın altına civciv gibi girdiğinde hiç aklımıza gelmedi ölüm…
19 Kasım 2010...
Elmasdaki çizik gibi oldu gidişi, hayatımızın o façetası çizerken kırıldı. O güzelim mavi gözleri bu dünyanın acısına,zorluğuna,ezilmişliğine kapandı. Benimde çocukluğum onunla birlikte öldü. Artık yetişkinim. Ölüm beni büyüttü.
19 Kasım 2010...
Üzerinden 20 günden fazla zaman geçti. Elbet seni hatırlamaya devam edeceğiz. Ölümün acısını bir dahaki kavuşmaya kadar kalbimde demlenmeye bıraktım. Takdir -i ilahi demekten başka elimden gelen yok. Evlenmek istediğim insanın en çok tanımasını istediğim insan, Pikom, biricik babaannem ahirete intikal etti. Bundan sonra elmasının bir yeri, hep ışığı onun gözleri gibi mavi yansıtacak. Mekanın cennet olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder